içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

MARLON BRANDO'NUN JİLETİ, MARILYN MONROE'NUN GECELİĞİ BURADA....

 

Ankara'nın haftanın belirli günlerinde kurulan "Pazar"ları oldukça hareketli geçer. 

 


Halk en ucuzu, en tazeyi alabilmek için akın akın oraya koşturur. 

 


Gerçi haberimizin tarihi 1953... 

 


Şimdiki gibi bir market de yok. Pazarcıların tek rakibi manavlar. Onlar da fiyatları yüksek tutunca ister istemez vatandaş diğer alternatife yöneliyor. 

 


Tabii ki "Pazar"a. 

 


Dönemin hızlı gazetecilerinden biri olan Ziya Adil Hanlı'nın "Bu Şehrin İçinde" başlıklı haberine bir göz atalım o zaman... 

 


Pazar içinde pazar. İsmet Paşa pazarı demektir. Gidince insanın hiç çıkası gelmiyor , ayrılmak istemiyor kalabalıktan. İsmetpaşa pazarı bir uçtan bir uca neredeyse bizim gazete idarehanesine kadar uzanacak. Ben burayı anlatacak değilim. Kulaklarıma kadar gelen lafları, pazar yerinden havaya karışan uğultuyu, pazara giden bütün insanların duyduklarını yazacağım. 

 


Esnafın biri neredeyse avaz avaz bağırıyor insanların kulaklarının zarını patlatırcasına; 

 


"Haydi bakalım asker kardeşler. Haydin. On kuruşa bir kulüp. On kuruşa bir kulüp sigarası. Al eline şu zarı. Etrafı hepten renkli, kırmızı, beyaz, sarı, yeşil, mor, siyah. Nah şunlarda da tahtanın üstündeki aynı renkler. Bu tahtadaki renklerden tut bir tane, savur elindeki zarı. Sarıyı mı dutmuştum. Zarda da sarı geldi. Al bakalım sigaranı. Ben sigara içmem. Öyleyse al parasını sigaranın. Gördünüz mü beyler nasıl da aldı sigarayı. Siz de için on kuruşa bir kulüp. Bir daha, bir daha"

 


Zarı atan tutturamayınca söylenmeye başlıyor. "Vay geçmişi tenekeli, üç el attım hiç bir şey gelmedi. Bu düpedüz kumar"

 


Hemen bitişikte bir başkası yine mallarını satabilmek için var gücüyle çırpınıyor. 

 


"Vay, vay, vay. Beypazarı'nın yağları vay. Yemeklik, içmeklik, rafadanlık yumurtalar. İki kilo kaldı bu yağdan alan pişman olmaz. Zeytin yağı da var, istersen ondan al.  Hacıoğlu yağ ye, yağ iç. Can boğazdan girer hadin bakalım. Bitti, bitti az kaldı bu yağlardan. Sarı ineğin yağları, koyunların peynirleri. Hay hay hay şuna bak be. Benim de param olsa da alsam yesem çoluğumla çocuğumla" 

 


Sebzeci durur mu ?

 


"Limon on iki buçuk kuruş, çaya sık, çorbaya sık, salataya sık. Her derde deva limonlar. Portakal da var. Beş kuruş mandalinler. Her keseye uygun. Soğan beş kuruş. Ucuzluk burada ucuzluk. Karamanın koyunu, sabahtan çıkar oyunu. Ucuz etin sonradan çıkar oyunu. Gel, gel, gel. Fiyatlardan korkma. Her şeyin pahalısı iyidir. Aldanma vatandaş aldanma. Zeytin, yağ, yumurta, havuç, turp, enginar, pancar, ıspanak, biber, sirke, tuz. Tuzların paketi on kuruş. Patates otuz kuruş. 
Pideler de var. Tel tel kadayıf. Bu yoğurttan ye abi ömrün uzar. Çay, ıhlamur"

 


Pazar yerine gidersin konfeksiyon malı olmaz mı ? Şehirden alsan iki - üç misli fiyatlar. Burada tabii nispeten daha ucuz. Keseye göre anlayacağınız. 

 


"Gömlekler, mintanlar, merserize çoraplar, eşarplar, atkılar, kıravatlar, donlar, pantollar, şapkalı ceketler, sütyen de var, mendiller, havlular, nalinler, hamam nalınları. Ucuzluk burada. Dükkanlara gitme vatandaş ucuzluk burada"
"Ablam Allah seni inandırsın bu geceliği geçen gittiğim filmde Marilyn Monroe'nun üzerinde gördüm. Senin ondan eksiğin ne ?
"

 


Bekliyorum acaba hanım abla kafasına fileyi indirecek mi diye ? Allah'tan aldırmıyor ve yoluna devam ediyor. 

 


Tam karşımda göz göze geldiğimiz esnaf hafif sakallı olmamdan dolayı sanki bana laf atar gibi bağırıyor.

 

 

"Hey, hey, vatandaş buraya bak. Bir fabrika battı. Eşyası yağma ediliyor. Bir paket jilet yirmi beş kuruş. Alman malı, fabrika battı, malları yağma ediliyor. Jiletlerin paketi yirmi beş tane kuruş"
"Gel abim sen de al bu jileti. Marlon Brando da bununla kesiyor sakalını. Görmüyor musun adamın yüzündeki parlaklığı. Senin ondan neyin eksik ?" 

 


"Eksiğim var ki oyuncu olmamışım" diyeceğim de muhabbet uzayacak. Haber beklemez. Elime tutuşturduğu jileti alıp oradan uzaklaşıyorum. 
Ayrıca kestane de var tezgahında. "Kestaneler, Kastamonu'nun kestaneleri. Al ye, ister kebap et, ister pişir ye, ister böyle ye"

 


Utanmasa bir jilet alana bir kese kağıdı kestane diyecek de kurtarmaz. 

 


Bağıran bağırana. 

 


"Adana işi şalgam burada. Acılı, acısız. Vay seni şalgam vay. Akşam pazarı. Gidiyoruz beyler. Son posta. Şalgam yanında çıtır çıtır köfteler. Yüz paraya köfteler"

 

Mübarek, insanın burnuna öyle de güzel geliyor ki kokusu. Foto muhabiri arkadaşımla iki adet çeyrek ekmek arası yaptırıyoruz. Tercihimiz bol soğanlı ama pazar yerinde de insanlarla burun burunasınız. Biri ters bir laf filan atar maazallah durup dururken didişiriz. 

 


Pazar böylece kaynayıp taşıyor. 

 


Eli sepetli, seleli, çantalı hanımlar, kızlar, askerler, tazerel kartlar, hamallar, efendiler, nineler, ablalarla dolmuş taşmış. Sokaklardan araba geçemiyor ki insanlar geçsin. 

 


Ne arasan bulunuyor pazar yerinde. Tabii yankesiciler, dilenciler de olmazsa olmazları bu tür yerlerin. Anlayacağınız her şey var. Dilenci kalabalık arar, yankesici kalabalıkla iş görür. 

 


Bir de zamparalar olur pazarlarda. Burada da gözüme çarpmıyor değil. Donjuanlar yani. Kalabalıkta hanım hanımcıkları yoldan çıkartmak için ellerinden geleni yaparlar. Göz süzmeler mi istersiniz, Clark bakışlar mı, ne ararsan. Gülmemek için zor tutuyorum kendimi. Neme lazım haber yapalım derken bir de kavgaya karışmayalım. Dedim ya, Ben öyle insanlar gördüm ki pazar yerinde hepten kadın kız peşine dolaşırlar. 

 


Epey bir gezdim. Arayabileceğiniz ve eksiğiniz olan herşeyi bulabilirsiniz. Arada pazarlık da yapabiliyorsunuz. Özellikle yaşlı teyzeler ile esnaf arasındaki tartışmalar tam bir eğlence. 

 


"Oğlum, alttan çürük verme. Üsttekileri koysana"


"Yok valla anacım. Hepsi taze. Aynen senin gibi. Kütür kütür"


Teyze ters bir bakış atıyor ama hoşuna da gitmiyor değil. 


"Hadi zevzeklenme de iyisinden tart bakalım bir kilo"


"Hemen ablam"


Pazarcı uyanık, teyzenin gönlüne girdiğini fark edince anacımdan ablama geçiyor. Ne yapsın. Üç kuruşluk satış yapıp o da akşama evine ekmek götürme derdinde. 

 


Diğer tarafta da hamallarla sıkı bir pazarlık. Alışveriş fazla olunca hamal da lazım. Üç aşağı beş yukarı anlaşabiliyorlar. 

 


Netice olarak bir şehri pazar yerlerinden tanımalı. Zengini, fakiri oradadır. Aldıkları şeylerden çok güzel anlaşılıyor insanların sosyal durumları. Patates kilosu 10 kuruştan 30 kuruşa kadar yükseliyor. Bu güzel bir ölçüdür zengini fakiri ayırt etmek için. 

 


Bazıları da oldukça fazla indirim yapabiliyorlar ellerinde kalmasın diye. Harala gürele içerisinde bir pazar daha bitiyor. 

 


Ben de elimde jiletim iki tüy sakalımı kesersem Marlon Brando gibi olabilir miyim acaba diye düşüne düşüne gazetemin yolunu tutuyorum. 

 


NOT : Araştırmacı - Yazar Metin Turhan Arşivi'nden alınmıştır. 

 

Nota ve Tınıyla... 

 


macit.soydan@gmail.com

Bu yazı 6700 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum